Gün gelip te önünde çizgi olan negatif sayıları öğrenince; artık küçükten büyüğü çıkarabiliyor, “Küçükten büyük çıkmaz yavrucuğum” diyen öğretmenlerimizi sevgi ve saygıyla anıyorduk. 777777777 sayısının 5 ile bölümünden kalanı, salı gününden 1000 gün sonraki günü, içinde a bulunan alt kümelerin sayısını ve daha bir çok soruyu; dolmuşta elden ele gönderdiğimiz ücretin üstü geri gelmeden çözebiliyor, 4 elemanlı bir kümede 5. elemanın olamayacağına tüm kalbimizle inanıyorduk.
İrrasyonel sayıları da öğrenince, “öğrenecek başka bir şey kalmamıştır heralde! Artık gidelim.” diye düşünürken bilinmeyen sayıları da öğreneceğimiz hiç aklımıza gelmemişti. Öğretmenimiz, bilinmeyen sayılara x diyeceğimizi ve bundan sonra x i arayacağımızı söylediğinde uzun süre kendimize gelememiş, zavallı x şimdi nerededir, ne yiyip ne içiyordur diye düşünmüş, bulunsa diye dua bile etmiştik. x i her kaybolduğunda çabucak bulmayı öğrenen bizler, bulmuşken bari bir de y yi bulalım demiş ve iki bilinmeyenli denklemlerle arkadaş olmuştuk. Defterimize “Karaköklü sayılar” (doğrusu karekök) başlığını attığımız o kara günlerde, nolur beyaz köklü sayılar olmasın bile diyemeden, tahtadaki gözlüklü ve bıyıklı adam (matematik öğretmeni); “Arkadaşlar! 9. sınıfta küp köklü sayıları da göreceksiniz.” cümlesini kurmuş ve bitirmişti bile.
Bazen de dersimiz; sayı, denklem, ebob, kesir yerine hep şekillerle geçiyordu. Derste; doğru, ışın, açı, üçgen, dörtgen, yamuk, çember çizip çizip duruyorduk. Öğretmenimizin tahtaya çizdikleri çembere, bizim defterimize çizdiklerimizse daha çok Afyon Şuhut patatesine benziyordu.
Bir zamanlar yolda yürürken çoraplarımız düşüyor, sevgili annemiz de düşen çoraplarımızı aynı hizaya getirmek için önümüzde diz çöküyordu. Ama artık büyümüş ve kocaman olmuştuk. Sesimiz daha gür, boyumuz daha uzun, ayakkabımızın numarası ve çözebildiğimiz denklemlerin derecesi daha büyüktü. Karanlık odalara girmekten, bize doğru gelen köpekten, ya da ansızın karşılaştığımız bir timsahtan eskisi kadar korkmuyorduk.
Artık okul günlerimiz, adına lise denilen daha görkemli binalarda geçiyordu. Öğretmenlerin bize olan sevgisi ve bizim onlara olan saygımız, yazılıların zorluk derecesi, arkadaşlıklardaki saflık ve dürüstlük, hepsinden önemlisi “matematik” eskisi gibi değildi. Mantık, kartezyen çarpım, bağıntı, fonksiyon lisede tanıştığımız ilk konulardı. Bir şeyle daha tanışmıştık. Bazılarımızın yazılılardan aldığı sıfır notuyla. Bu notu şimdiye kadar almayı hiç başaramamıştık. Sinüs, kosinüs, tanjant, sekant; 10. sınıftaki kavramlarımızdı. Hocamız tahtaya, sin2x + cos2 x = 1 diye yazdığında, sıra arkadaşımıza 1 böyleyse acaba 100 nasıldır diye fısıldıyorduk. Çaprazda oturan arkadaşımız ise, “Ey x!. Seni bir çok eşitlikte gördüm ama böyle bir eşitlikte görmeyi inan ki beklemiyordum.” diyordu. Artık aylarca süren konularımız oluyordu. Özellikler, soru türleri, soruların çözümleri, öğrenmemiz gereken formüller, özdeşlikler artık daha uzundu. En son 1 metre boyundaki aşağıdaki özdeşliği öğrenmiştik.
Matematik Hocamız, isterse ne kadar acımasız olacağını bu özdeşliği yazarak ispatlamıştı. Sınıftaki herkes adeta şok geçiriyordu. “Kaçalım arkadaşlar” diyen bir ses, “İmdat” diyen bir başka ses, “abartmayalım lütfen!” diyen bir başka ses duyulmuştu.
Annemizin kucağından inip sınıfımızın sırasına oturmakla başladığımız matematik öğrenme serüvenimiz; aldığımız her nefesle, eskittiğimiz her lacivert okul ceketi ve gri okul pantolonuyla, bazen kendiliğinden kopan gömlek düğmeleriyle, annelerimizin en sıkıntılı günlerinde dahi ütülemekten bir türlü vazgeçmediği okul etekleriyle, sucuktan daha çok salçanın tadına vardığımız kantin tostlarıyla, son anda ertelendiğinde çalışkan arkadaşlarımızın üzüldüğü tembel arkadaşlarımızınsa sevindiği yazılılarla, kopya çekerken veya verirken göz göze geldiğimiz öğretmenlerle, babamızın cebimizden eksik etmediği okul harçlıklarıyla, berberde okul traşı için beklediğimiz sıralarla, hesap edilemeyecek kadar çok harcadığımız kalem uçları ile kalemtraşın içinde kalan kalem tortuları ve günün birinde mutlaka tükenen tükenmez kalemlerle, kaybolmasın diye boynumuza astıkları silgilerle, az sevdiğimiz pazartesi ile çok sevdiğimiz cuma günkü İstiklal Marşlarıyla, içinde evimizden daha çok zamanımızı geçirdiğimiz ve sürekli yolunu aşındırdığımız okulumuzla, bizi sınavlara hazırlayan biraz da paramızı alan dersanemizle gelişmiş ve bu günlere gelmiştir.
Matematik gelişen teknolojiye hız kazandırmaktadır. Düşmeyen uçaklar, düşse de içindekilerin düşmediği ya da ölmediği uçaklar, daha az ölümlü trafik kazaları, amansız hastalıklara çare bulunması, ikide bir grip olan kuşlar, bizi pikniğe gidemez hale getiren keneler, gelişse hepimiz için iyi olacak olan ekonomi, sağlam olması gereken binalar, açlıktan çocukların ölmediği Afrika kıtası, kısacası daha mutlu bir dünya sizlerin matematik bilgisiyle yakından ilgilidir.
Ümit ettiklerinizin gerçekleşmesi temennisiyle...